Bir makalede okumuştum. Sadece anlaşılmak için bile bir ömrünü harcıyor insanoğlu. Çünkü anlaşılmadığını hissettiği yerde huzursuz ve mutsuz oluyor. İnsanın yanında kendisini bir anlayana sahip olması, onun için en büyük nimet görülür dünyada. Anlayana ve sana ortak olana rastlamak öyle pek de kolay bir şey değildir.

Anlatmak; düşündüğünüz, söylemek istediğiniz, söylediğinizi sandığınız ve söylediklerinizden oluşan bir pakettir aslında. Karşınızdakinin duymak istediği, duyduğu ve anladığını sandığı ve belki de anladığı arasında türlü farklar vardır. Hele günümüzde çok kişinin arzu ve menfaatlerine göre anlama kolaycılığı, anlaşmayı, anlaşılmayı ve anlamayı daha da zorlaştırmaktadır.

Mevlâna der ki, “İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme, duydukları senin sesin, fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir."

Her insanın kendine özgü bir yaratılışı ve yapısı vardır. İnsanların iç yapısı, karakteri, duyguları, fikirleri, hayalleri, bakış açıları, alışkanlıkları, hassasiyetleri, gözlemleri, kendini ifade ediş biçimleri, donanımları, deneyimleri ve o anki ruhsal durumları anlaşmayı, iletişimin başarısını etkilemektedir. Etkili ve doğru iletişim huzur verir ama tersi durum çatışmalara, kırılmalara yol açar. Onun içindir ki anlamak kadar anlatmak da çok önemli bir olgudur..!

İletişimle karşı tarafa derdini anlatamayanlar, anlaşılmayanlar, karşı tarafı suçlamak, yargılamak, kırılmak ve küsmek yerine onun duygularını ne hissettiklerini empati kurarak anlamaya çalışması gerekir ki o insanla sağlıklı bir iletişim kurulabilsin.

Bakın yaşadığımız Manisa’dan bir seçim hikayesi anlatayım size…

Yer Manisa Saruhanlı’nın Develi Köyü, yıl 2005 AKP’li Manisa Belediyesi çöp depolama tesisinin Saruhanlı’nın Develi köyüne yapılmasına karar verir. Develi Köyü halkı kadını, erkeği, çoluğu çocuğu hep birlikte karara itiraz ederler. Köylerine bu tesisin yapılmasını istemediklerini Manisa’daki siyasi parti, sivil toplum örgütleri, sendikalar, dernekler her yere başvurup bu konuda basın açıklamaları yaparak ilgililere seslerini duyurmaya çalışırlar. Fakat bir tek parti hariç kimsenin umurunda değildir, sadece TKP (Türkiye Komünist Partisi) Develi Köyü halkının yanlarında yer alır. Çöp depolama tesisinin Develi’ye yapılmaması için hukukçular, ziraat mühendisleri ve çevreciler el ele verip raporlar hazırlanır, kampanyalar başlatılır hatta çöp depolama alanına TKP’lilerle birlikte zeytin fidanları dikilir, artık TKP’liler köyden biri gibidirler. Köylülerle birlikte mücadele ederler ve nihayetinde konu idari yargıya taşınır, neredeyse iki yıllık mücadele sonunda 26 Aralık 2006’da Manisa İdare Mahkemesi kararıyla çöp toplama merkezi projesi iptal edilir. Artık TKP’lilerin verdiği destekle Develi Köyü halkı büyük bir zafer kazanmıştır.

Bu olaydan sadece yedi ay sonra 22 Temmuz 2007’de erken genel seçim yapılır, TKP’de bu seçime katılmıştır, sandıktan iki yıllık mücadelede köylünün sorununu hiç umursamayan diğer siyasi partilere bile oy çıkarken, çöp toplama projesini kendilerine dayatan AKP’ye de 194 oy çıkar ve AKP Develi’de birinci parti olur. Ancak ilginç olan Develi Köyü’nün haklı mücadelesinde iki yıl boyunca canla başla çalışan TKP’ye sandıktan bir tek oy dahi çıkmamıştır.

Ne garip değil mi?

Şimdi bu seçim hikayesini niye anlattım size…

TKP’liler Develi halkı ile doğru ve güzel işler yapmışlardır, projenin engellenmesine yönelik sonuç da alınmıştır. Ancak onların toplum sosyolojisini doğru tahlil edilip, sağlıklı iletişim kurulamamıştır. Aynı durum 301 madencimizi yitirdiğimiz Soma maden faciasından sonra Soma halkı ve madenci aileleriyle dayanışma içinde olan sol, sosyalist ve devrimciler için de öyle olmuştur. Hatta 6 Şubat büyük deprem felaketinden sonra deprem bölgesinde yaşanılan büyük acılarda bölge halkıyla büyük dayanışma örneği sergileyenler için de aynısı olmuştur. Elbette ilerici, devrimci sol ve sosyalistlerin öncelikli amacı bu dayanışma üzerinden oy devşirmek olmamıştır. Onlar kendilerine yakışan insani bir yaklaşımla o insanlarla dayanışma içinde olmuşlardır. Ama mağdur olan bu insanlardan da kendilerini bu duruma düşüren siyasi iktidara karşı tavır almalarını beklemektedirler. Tabi bu beklenti kendiliğinden oluşmuyor maalesef. Mağdur olan insanlardan beklenilen, kendilerini bu duruma düşüren siyasi iktidara karşı tavır alma, alabilme cesareti ve bilinci, bu insanlarla sağlıklı ve doğru bir iletişim kurmakla mümkün olacaktır. Seçim sonuçlarından sonra iktidara oy verdikleri için onlara “beter olun, bir daha acırsam namerdim, bundan sonra ne haliniz varsa görün” gibi sözler sarf etmek bu insanların içinde bulundukları sosyolojiyi, psikolojiyi anlamamak demektir. Halbuki onları suçlamak, yargılamak hatta onlara beddua etmek yerine, onları anlamaya çalışmak, kendimizin de nerede ve nasıl bir hata yaptığımızı sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum...

“Bunlardan bir şey olmaz” diye düşünenlere de bir çift sözüm olacak elbette.!

Unutmayın, Mustafa Kemal Atatürk bunların dedeleriyle bu ülkeyi kurtardı, biz bugün yapamıyorsak suçu onlarda değil biraz da kendimizde aramalıyız..!

O nedenle önümüzdeki ilk seçimde umudumuzu yitirmeden, bu insanları yargılayıp suçlamadan kendilerini ve ülkeyi bu duruma düşüren saray rejimini ancak bu insanları yanımıza alarak hep birlikte yenebiliriz.

UMUTSUZLUĞA YER YOK ER YA DA GEÇ BİZ KAZANACAĞIZ..!