Antik Mısır uygarlığının gizemini, gücünü, dünya tarafından çektiği dikkati, yıllardır üzerine yapılan araştırmaları herkes bilir.
Hatta piramitlerin yapımının hala sakladığı sırlardan tutun da, firavun
mezarlarının lanetine, hala bulunamayan hazinelere ve Tesla’nın 3-6-9 formülünü piramitlerden
almasına kadar merak konusudur. Henüz sosyal medyanın olmadığı zamanlarda televizyonlarda
belgesel olarak Antik Mısır çok cezbedici bir konuydu.
Nil Nehri’nin beslediği ve M.Ö 3000’lerle, İskender’in M.Ö 332’deki fethi arasında geçen sürede
her bir oluşumunda renklerin hakim olduğu bu gelişmiş, teorisyenler tarafından ‘çocukluğu olmayan’
medeniyet olarak adlandırılan dönemin geride bıraktığı sırlardan ziyade renklerine bakmak istedim.
Mısır’a yaptığım ziyarette dikkatimi en çok çeken o renklerdi. İşlemelerin ayrıntısı ve ihtişamından
tutun da, kullanılan renk paletinin parlaklığı, çeşidi, her objeye gösterilen özen ve ölümün görkemle
birleşiminin sanatta hayat bulması.
Her kadim kültür değerlidir. Hepsi, insanlığa farklı bir noktadan sırlı ve sihirli kadim bir miras
bırakır. Ancak Antik Mısır’ın mirasında çok farklı bir durum var: Onu yaşatanlar genetik olarak Antik
Mısır’daki atalarının torunları değil, bildiğimiz kadarıyla. Ancak Antik Mısır’ın tüm renkleri hala
yaşıyor. Gün yüzüne çıkan eserlerden değil, ruhtan bahsediyorum. Sonradan yerleştiği coğrafyanın
kültürüne bu kadar sahip çıkan az millet vardır. Kendi mirasına, özüne sahip çıkamayan milletler
olduğu için Mısır halkının tutumu dikkatimi çekti.
Günümüz Mısır sokaklarına gidin ya da gittiyseniz mutlaka dikkatinizi çekmiştir; her yerde, ara
sokaklarda bile kadim kültüre ait simgeler tabelalarda ya da duvarlarda mevcut. Her yer, Ra’nın gözü,
Bastet, Scarabe ve benzeri simgelerle ifade ediliyor. Özellikle çarşıda pazarlık yaparken kızarlarsa sizi
bazı firavunlara benzetiyorlar. Tüm bunlar, tabii ki turizmin ve Antik Mısır’a olan merakı paraya
çevirmenin bir yolu elbet; ancak ben ruhlarına işlediğine de eminim. Müslüman bir toplum, çok tanrılı
dine inanan bir toplumun mirasını yaşatıyor.
Halkın ruhundan farklı olarak en güzel hamleyi ise 1 kasımda Mısır Hükümeti yaptı. Dünyanın en
büyük müzesini açtı ve bu müze açılırken Antik Mısır ruhuyla, İslam ve Batılı sanatlar iç içeydi. Opera
gösterisi ve çeşitli dans gösterileri yapıldı. Devlet başkanı Sisi müzenin açılış butonuna bizzat bastı.
Hatta Avrupai tarzda bir partiyle insanların, ‘Burası Giza, İbiza değil” gibi olumlu karşılaştırmaları oldu.
Yani hem özünü koruyan hem de mirasını dünyaya, kimseyi ötekileştirmeden sunan bir strateji.
Açılıştan sonraki günlerde Mısır tarihinde ilk defa balo yapıldı. Baloda Avrupalı kraliyet aileleri ve
dünya ünlüleri bir araya geldi. Müzenin hemen ardından yapılan bu hamle, Mısır Hükümeti’nin halkın
özünü ve inancını korurken, kendini dünyaya açtığını gösteriyor. Yakında kimsenin pisliği ve karmaşası
yüzünden beğenmediği Kahire, bir dünya kenti olursa şaşmam.