İktidar Fikirlerin Gölgesinde Kadın Bedeni Algısı ve Toplum Gerçeklerine Bakış

Kadın fikir üretemez mi? Ancak bedeni üzerinden mi var edebilir kendini? Kadını bedene indirgeyen bu bakış açısı sahibinin sığ görüşünün yansıması değil midir? Bu ötekileştirme ile asıl hedeflenen nedir? Kadın bedeni üzerinden yapılan dayatmalar eril söylemdeki kadar kadınlardan kaynaklı ve masumane midir? Neden kadının okumasını ve fikir üretmesini istemezler? Kadınlara niye sürekli neyi yapıp neyi yapamayacağı, nasıl giyinmesi ya da nasıl davranması gerektiği gibi sınırlar çizilir? Biçtikleri toplumsal cinsiyet rolünün biraz dışına çıkan bir kadını neden kabullenemezler? Bu soruları sorabiliyorsanız cevaplarını da arıyorsunuz demektir. Dikkat! Bu sorular sizi rahatsız ediyorsa da rahatsızlığınızın sebebini bu satırlardan sonra öğrenebilirsiniz.

Foucault’un biyo-politika olarak adlandırdığı insana ait olguların politik alana dahil edilmesidir. Kapitalizm; beden üzerinde yarattığı etkileri, bedeni şekillendirmesi ve denetim altında tutması yönleri ile biyo-politika ile paralellik gösterir. Biyo-iktidar ise insanı kontrol altına alarak ilerler ve beden üzerinde söz söyleme hakkı iddiasında bulunur. Beden üzerindeki bu iktidar kontrolü nedense (!) erkek bedeninden çok kadın bedenini hedef almıştır. Bu durum toplumsal cinsiyet eşitsizliğini arttırmaktadır. Eril söylemlerce oluşturulan bir kadın bedeni imgesi söz konusudur. Böylelikle denetim altına alınmaya çalışılmaktadır. Kadın bedeni bir yandan popüler kültürün etkisiyle moda, estetik anlayışı vs. adı altında sömürülürken bir yandan da iktidarın kendisini var ettiği bir alan haline gelmiştir. Güzellik kavramı çağlar boyunca farklılık gösterse de kadınlar üzerindeki baskısı hep aynıdır. Günümüzde sosyal medya ve moda endüstrisi aracılığıyla idealize edilmiş görünümler dikte edilmektedir. Kadınlardan beklenen bu dayatılmış güzellik algısını yakalamalarıdır. Zaten toplumun kadından beklentisi de bu kadardır. Kadının bilgi ve değer üretiminde yer almasını istemeyen erkek egemen anlayışlı toplum onu bu kalıplar ile çocukluktan itibaren besler. Sonra da dönüp kendi eseri olan kadın imgesine şöyle der : “Neden böylesin? Güzel olmaya neden çalışıyorsun ki? Neden ilgi çekme peşindesin?” Acaba neden? Kadın kendisi için bir şey yapma isteği duyabilecek bir varlık olarak görülmediğinden her yaptığı şeyin nedeni de kuşkusuz erkeklerdir (!) Unutmayalım ki toplumsal cinsiyet kalıpları toplum ve kültür tarafından oluşturulmaktadır. Dünyadaki çoğu toplumda kadınlar ile ilgili seçimler, kadınların kendileri tarafından değil toplumsal normlar ve aidiyetleri bulunan erkek egemen anlayışa sahip iktidarlarca şekillendirilmektedir. Kadınlara ne yazık ki kendileri ile ilgili söz hakkı tanınmamaktadır.

Tüm bu olguların gölgesinde bu yazıyı kaleme alırken düşünüyorum. Asıl meselenin ne olduğunu görmek için çocukluğumuzdan bu yana anlattıkları prenses masalları ile gözlerimize taktıkları o dünyayı tozpembe gösteren pembe gözlükleri bir kenara çıkarıyorum. Buradan tüm kız kardeşlerime de gözlüklerini çıkarmaları için sesleniyorum. Hikaye henüz küçük bir kız çocuğuyken başlıyor. Çocukluktan itibaren silikleştirip belli kalıplara sıkıştırılarak hareket alanımız kısıtlanıyor. Büyüdüğümüzde eril söylemleriyle kendi çizdikleri sınırlar içerisinde hareket ediyor olmamıza rağmen aşağı görüyorlar. Üstenci bir bakış açısıyla sürekli eleştiriyorlar. Kadınlar ne yapsa acımasızca yargılanıyor. Kendi yarattıkları kadın imgesi üzerinden her yönden kısıtlayıp sonra da bu dar alan kadının seçimiymişçesine bir algı yaratılıyor. Neden kadın bilim insanı yok? Neden kadın yazar veya şair yok? diyebiliyorlar. Virginia Woolf buna benzer eril söylemlere şöyle cevap verir: “Shakespeare’in Judith adında son derece yetenekli bir kız kardeşi olsaydı neler olurdu?” diye bir soru sorarak aslında aynı yeteneğe sahip bir kadının olası sonuna işaret eder. Kadınların yaşayabilecekleri zorlukları dile getirir. Fakat yine de “Kadınlar Shakespeare’in oyunlarını yazamaz.” diyenlere karşı çıkar. Kadının her anlamda özgür olabilmesi ve entelektüel faaliyetlerde bulunabilmesi için kendisine ait bir odasının yani kişisel alanının bulunması gerektiğini vurgular. Çünkü işte ancak o zaman kadın toplumun yüklediği rollerinden sıyrılarak yaratımlarını özgürce ortaya koyabilir. Yeterince açık değil mi cevap? Mesele kadına yüzyıllarca bu alanın tanınmamasıdır. Biz kadınlar bir fanusun içinde düşünmemek üzerine yetiştiriliyor ve dünyadan soyutlanıyoruz. Ne düşüneceğimiz, neyi hayal edeceğimiz, neyi isteyeceğimiz önceden planlanmıştır ve hazırlanan kalıplar ile sunulmuştur. Yüzyıllardır eğitim başta olmak üzere her haktan mahrum bırakılan kadından toplum ne bekleyebilir? Eleştirilen ne varsa toplumun ürünüdür. Bugünün kadını da neyi arzuluyorsa, neyi hedefliyorsa toplumun onu beslediği kaynaklardan ve beklentilerinden kaynaklanmaktadır. Moda, estetik çılgınlığı, sosyal medya kusursuzluğu, beğenilme arzusu ne derseniz… Hepimiz bir şekilde içinde olduğumuz toplumun yarattığı karakterler olarak yaşam sürüyoruz ve kendi toplumsal rollerimizi sahneliyoruz. Erkek egemen bir toplumun içerisinde kadın olarak var olabilmenin, kendini ortaya koyabilmenin ne denli büyük bir mücadele olduğunu kendimden biliyorum. Toplumumuzda bu mücadelenin yolunu, Türk kadınına eski tarihimizden bu yana sahip olduğu hakları ve ait olduğu değeri geri vererek açan Mustafa Kemal’e bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Onun gösterdiği yolda bilgiyle, ışıkla ve kültürle donanan kadınların önünde saygıyla eğiliyorum. Kadın, bedene indirgenerek şekilci bakış açısıyla kontrol altında tutulmaya çalışılsa da… Okuyan, fikir üreten ve kendisini yazarak, üreterek, çalışarak var eden kadınları sırf eril söylemleriyle oluşturdukları kadın imgesine uymadığı için bile isteye görmezden gelseler de… Ne yaparlarsa yapsınlar evrenin yürütücü gücü olan içimizdeki kız neşesini bastıramayacak… Okuyan, düşünen, üreten kadını susturamayacak. Kalıplar bu kadınlar tarafından bir gün kırılacak. Kadınlar o zaman üretimleri ve yaratımları ile konuşuldukları bir toplumda çiçek açacaklar.

Kütüphanede işe başladığımda raftan alarak ilk okuduğum kitap Virginia’nın bir kadın yazar olarak yazma serüvenini konu alıyordu. Virgina’nın yaşadığı dönemde kadınların kütüphaneye girmeleri yasaktı, ben ise bugün bir kütüphanenin sorumlusuyum. Kitabı okurken bu durum bende tarifsiz duygular uyandırmıştı! Yazıma yüz yıl kadar önce Virgina Woolf’un Kendine Ait Bir Oda adlı eserinden kadınlara seslenişi ile son vermek istiyorum: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın.” Sevgili Virginia, okuyup ürettiğin fikirler sayesinde sesini yüz yıl sonra duyuyorum; sana sevgilerimi sunuyorum ve yazıyorum!