Estetik kaygı eksikliğimiz

Değer yargılarımızı büyük ölçüde yitirdiğimiz şu günlerde ne yazık ki ‘estetik kaygı’ kavramından da uzaklaşmaya başladık. Yapılan işlerde ‘güzel olsun, estetik dursun veya çoğunluk tarafından beğenilsin’ kaygısı güdülmediği takdirde ortaya vasat ve yavan görüntüler çıkıyor. Son yıllarda ülkemizin mimari alanda dönüşümü, modernist gibi görünse de yapıların aynılığı mide bulandırıcı olabiliyor.

Kaybolan estetik kaygımız, özensiz yapılar aracılığıyla şehir mimarisine yön veriyor.

Estetik kaygı, her ne kadar materyalist bir olgu gibi gözükse de "yüzeyselleştirmeyi" değil, "derinleştirmeyi" amaçlar. Ortada ekonomik kaygı da yok; sadece yüzeysellik, düşünme biçimine hakim bir anlayış olduğu için estetik kaygıdan gitgide uzaklaşıyoruz.

Belediyeler, kent estetiğinin önemli mimarlarıdır. Yaptıklarıyla, yapılaşmaya yön veren yapı taşlarından biridir. Kentlerde yapılan her iş, sonuçta bir sanattır. Sanat ise estetik kaygı gütmek zorundadır. Çünkü estetik, yalnızca göze hitap eden bir güzellik değil; aynı zamanda insana değer katan, yaşadığı çevreyle kurduğu bağı güçlendiren bir unsurdur.

Belediyelerin yaptığı bir iş estetik bir anlayışla hayata geçirilirse, bu hem kurumun imzası olur hem de kent kimliğinde önemli bir dönüşümün başlangıcını temsil eder. Çirkin ve düzensiz yapılaşmanın aksine, estetik kaygı gözetilen her proje, kent yaşamına değer katar, topluma ilham verir ve o toplumu iyi anlamda değiştirir.

Bu noktada belediyeler ve yerel yönetimler yalnızca hizmet üreten kurumlar değil, aynı zamanda topluma yön veren konumundadır. Estetik kaygı gözeten çalışmalar, kente olduğu kadar kentin insanına da yeni bir bakış açısı kazandırır.

Sanayileşmenin getirdiği hızlı kentleşme, estetik kaygıdan yoksun binaları doğurmuştur. Plansız yapılaşma, beton yoğunluğu ve kimliksiz binalar kentleri ruhsuzlaştırırken, estetik anlayıştan yoksun bir şehir düzeni, insanların yaşam kalitesini de doğrudan etkilemektedir. Kent estetiği yalnızca mimari unsurlardan ibaret değildir; sokakların düzeni, meydanların kimliği, yeşil alanların varlığı, ışıklandırmalar ve sanat eserleriyle desteklenen bir bütündür. Bu nedenle, kent estetiği yalnızca görsel bir tercih değil, aynı zamanda kültürel bir zorunluluktur.

Ülkemizde içi boşaltılmış ‘estetik’ kavramı her alanda kendini hissettiriyor. Kaldırım taşlarının kırık olması, bir apartmanın diğer apartmandan daha yüksek olması, yapıların dış görüntüsü, klasik mimaride hiçbir yapının neredeyse olmaması, sprey boyalarla gelişigüzel duvarların karalanması, yollardaki kot farkı, kirli ve bozulmuş refüjler, dış kaplaması neredeyse aynı olan binalar, budanmamış ağaçlar, esnafın sokak işgalleri hepimizin gözünü yorduğu gibi canını da sıkıyor. Şehir olarak daha temiz, daha düzenli ve daha güzel görünebiliriz; bunu hak ediyoruz.

Birbirleriyle benzer şehirlerden, sokaklardan, evlerden, gri betonların arasından geçmek kimseye haz vermiyordur eminim. Bu çirkin düzen arasındaki düzensizlik, fonksiyonel olmanın ötesine geçerek, vizyon yoksunluğunu ve estetik kaygının ihmal edildiğini gözler önüne seriyor.

Evet ülkemizde estetik kaygı veya çirkin yapılaşmadan daha büyük dertler olabilir ama bu da aşılması gereken bir sorundur benim için.

Son olarak biz artık güzeli aramalı, güzeli övmeli, güzelden hoşlanmalı ve güzelden beslenmeliyiz.